7 Şubat 2010 Pazar

Ayıp sana Okan Bayülgen! Ayıp sana Disco Kralı!



Yaşadığı şehirdeki üniversitede okuyan birçok şanssız öğrenciden biriyim. gelir düzeyi olarak orta halli insanların oturduğu, büyükşehrin varoş ama sıcak bir semtinde ikamet eden, yaşlı komşulara göre mahallenin gururu, zeki, akıllı, temiz çocuk ama yaşıtlarına göreyse nefret edilmesi gereken üniversiteli ibinenin ta kendisi, bir nevi ruşen amcanın oğlu sedat'ım. Sobalı evde büyüyen doğalgaza ise henüz geçen, yaşadığı yere uygun olarak orta halli ve muhafazakar bir ailenin, cumhuriyetçi modern çocuğu olmaya kasan, faşist eniştesine göre gomünüst, hacı babasına göre insanlığı yaptıklarıyla kıyamete götüren şimdiki gençliğin başkahramanı ve bir beynamazım.

Evet, tanışma faslı bittiğine göre hafiften konuya dalalım: her orta halli ailede olduğu gibi bizim de evimizde tek televizyon var ve her tek televizyonlu evde olduğu gibi bizim ailede de istediğin programı seyredebilmek için yaşanması kuvvetle muhtemel iç çatışmadan galip çıkman gerekiyor ama neyse ki ben pek televizyon seyreden biri değilim ve diğer aile bireyleri ile yaptığım anlaşmaya göre sadece okan bayülgen'in programlarında tv benim olacak ve başka günlerdeyse pederiko ile annem; yek türkiye, kalp közü, tırtlar vadisi, yiyememekteyiz tadındaki bilimum programı zaplayarak iş stresi ve yorgunluğuyla dolan zihinlerini iyice durulayıp sabah geri alacak şekilde rafa kaldıracaklardı. Evet, anlaşma buydu ve sıra bendeydi...


Bir cumartesi gecesini daha evde geçirmenin hüznü yüzümde çizgik çizgik belirmeye başlarken, bu hüznün tek tesellisi olan okan bayülgen'i tv başında beklemeye koyuldum. Tabii yanımdaki çekyatta

şekerleme yapan pederiko, diğer koltukta oturan aney gülo ve üst kattaki teyzetörle birlikte.


Elde ince belli, yanda eğlencelikle program başlar...

Program başlar başlamaz, okan bayülgen tüm haşarılığıyla "azgın gençler, gidin sevişin" gibi bir şey söyler. Muhafazakar pederikonun ilk tövbesi ve bembeyaz yüzümün pembemsi bir hal alması da tabii o ana denk gelir.

Konuklar çağrılır... her zamanki gibi seksi birkaç hatun, yeni albümü çıkmış birkaç şarkıcı ve birkaç da çokbilmişle programın konuk kadrosu tamamlanmıştır. Bu an da, annemin ve teyzemin seksi hatunlara bakıp "ayy şu baldırı çıplağa bak" ve babamın "kumaş yetmemiş napsın gariban" esprisine denk gelir. Herşey sakin...

Seksi hatun okan'a iş atar ve okan kendinden bekleneni yapıp eline kamerayı alır ve biz azgın gençlere iki figür gösterip hatuna zoomlar. Bu da benim okan bayülgen'e "yapma be abi" yakarışlarıma ve pederikonun tövbe sayısının artmasıyla yüzümün renginin yavaş yavaş pembeden kırmızıya geçtiği anlara denk gelir.

Yine beklenildiği üzere okan bayülgen seksilerle alay eder ve içinden seks ve sevişme gibi kelimeler geçen cümleler kurup, tutucu ahalimin yasak kelimelerinden birkaçını daha üstüne basa basa vurgular ve bu kelimeleri her söyleyişinde yüzüme bir yumruk yemişim gibi hissettirir. Bu yumruklardan mı yoksa babamın en son ve en randımanlı tövbesinden mi bilinmez yüzüm kıvama gelmiş ve artık kıpkırmızı olmuştur. Ve bu da programdaki hatunların çılgınca dans ettiği ve babamın sinirden cümlesini bitiremeyip "kapat şu kanıbılıblı" gibi bir şey söylediği ana tekabül eder.


Evde iç çatışma ve isyan başlar...

Babam sinirli bir şekilde kumandaya uzanırken gençliğimin verdiği refleks kabiliyetiyle kumandayı ondan önce alır ve nerden aklıma geldiyse "ya niye be siz gençliğinizde hiç mi nesrin topkapı izlemediniz? Hiç mi taverna falan yapmadınız?" gibi sitemkarane bir şey söylerim. Pederiko bir an da yumuşar ki bilirim eski alemcilerdendir. "sen nesrin topkapı'yı nerden biliyorsun len" der pis pis sırıtarak ve onunla ilgili bir anısını, gençliğindeki taksim gecelerini ve kırdığı cevizleri anlatır. Bu Annem ve teyzemin babam anlattıkça onun şimdiki haliyle dalga geçtiği, benim de sürekli soru sorarak babamın etrafı geçmişle çevrili gizli bahçesine girebildiğim ender anlardan biridir ve ortam yumuşar, program unutulur, geçmiş konuşulur ve alay edilir...

Evet, bu böyle bir anımdı. iş geldi tüm bunları neden yazdığım konusuna...

Açıkçası bilmiyorum, yukarıdaki yazıyı gelişine ve amaçsızca yazdım. başta aklımda sadece bir şey vardı, o da okan bayülgen'in bu yıl sonunda televizyon aleminden elini eteğini çekip avustralya gibi bir yere göçeceği ve hayatını orada sürdüreceği nedeniyle ona olan kızgınlığımdı. Ancak şu kötü huyum nüksetti ve yazmaya başladığım andan itibaren tutunduğum düşünce balonları beni na buraya kadar sürükledi. Sözün özü şunu söylemek istiyordum başından beri; belki çok kötü ama bana bu kadar uzun bir yazıyı yazdıran, evde geçirdiğim her cumartesinin tek tesellisi olan, bana böyle bir anı yaşatan televizyon çocuğu "bırakacağım" diyor ve ben de ona buradan "ayıp sana" diyorum. ayıp bizi cumartesi gecesi yalnız bıraktığın... birşeyler için hala umut olduğunu gösteren ve tv izlememiz için tek sebep olan bir programı bitirdiğin... bilgi küpü, türkçe antivirüsü hakkı abimizi azgın gençlerden uzaklaştırdığın... ayıp medya maymunlarını, medyadaki yozlaşmayı bize anlatabilecek birinden bizi mahrum bıraktığın için... çok ayıp be zaga... çok ayıp...






Dipnot: Bu yazıdaki kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Yazarın düşünceleri ile gerçekleri yansıtmamakta ve neden yazıldığı bilinmemektedir.