18 Nisan 2010 Pazar

Emek Sineması ve Akılda Kalanlar

Eskiden Emek sinemasına ucuzluğu nedeni ile pek sık giderdim ama şunu söylemeliyim ki beni hiçbir zaman memnun etmemiştir. Çalışanları bir kere çok asabiydi ve bahşiş vermediğiniz zaman aleni küfür ederlerdi. Hatta bir keresinde içlerinden  biri bahşiş vermediğim için beni azarlamaya kalkmış ve ağzının payını almıştı. Bu nedenle Emek sinemasına ve onun ruhuna hep soğuğumdur. Bilmiyorum belki bu soğukluktandır ki, Emek sinemasının kapatılmasını istiyorum ancak şöyle de bir  şey var: yerine ne yapılacak? Eğer yerine her sokakta her caddede bakkal gibi biten AVM'lerden yapılacaksa sapına kadar hayır! Ama bir sinema, tiyatro salonu ya da eski hali gibi buz pisti yapılacaksa yıkın alayını diyorum... Yıkın alayını derken de o gözel mimari yapısıyla büyüleyen binayı değel tabi, iç kısımları kastettim ehe...

12 Nisan 2010 Pazartesi

Piliy Sikeyşınn ve Önyargı!

"kainatın sonsuz olduğunu söyledim ama emin değilim. gelgelelim ahmaklık sonsuzdur, kesinlikle eminim. çalışırsanız atomu bile parçalayabilirsiniz ama önyargıları asla!"




önce kamyon geldi sonra kamyoncu amca. yaşı 45'ten fazlaydı ama çok değil, az. sigarası sağa çekiyordu. ilginç bir bıyığı vardı. postu. sağ yanı sapsarı olmasına rağmen, kıytırık bir pilkisayar ekranı gibi sola doğru bıyığın çözünürlüğü giderek düşüyor ve kararıyordu. kanımca ağzından hiç eksik olmayan sigaranın dumanının etkisinden kaynaklanıyordu bu ilginç bıyık formatı. yanımızdan geçiyordu ve bir anda durdu:


"gençler, burada piliy sikeyşınn varmış?" dedi. apıştık. ben tanımlayamadım amcanın dediğini ama ecevit çabuk çözdü. "piley sıteyşın mı abi?" dedi. onayladı amca. tarif ettik. çok yakındı. oraya doğru yöneldi. biz de işkillendik. hem merak hem de makara kovalama duygusuynan amcanın peşinden koşarcasına, onun tabiriyle "piley sikeyşınn" kafeye doğru yol aldık. aldığımız yol biter bitmez, bu kez de şok olduk. adam adını bile söyleyemediği ps de futbol oynuyordu. hemi de bir heyecanlı bir heyecanlı ki sormayın. salgıladığı adrenalin ağzından burnundan fışkıranzi, o derece. neyse içeri girdim ve direkt amcanın yanına gidip "behe amca mastır lig mi yapıyon?" diye muhabbete sokulayım dedim. "he gel kapışıyon mu ?" dedi. "alırım anahtarını amca , yapma" dedim. "gel ulen ödetmesine" dedi, alaycı bir gülümsemeyle. içimden, sen istedin, diyerek bodoslama daldım joysticke ve aldım madrid'imi kurdum kadroyu, dakika 5 ya da 10 koydum çocuğu: 1-0. karşımdakinin yaşının büyük olması sebebiyle coşkulu bir şekilde sevinemesem de iki behere'ledim. güzeldi. fakat 90. dakikada yediğim 6. golle amca keyif cigarasını bitirmek üzereyken; gecenin en siyahında, umudun bittiği yerdeyim diye bir şarkı çalıyordu zihnimde; 6-1 koydu amca... neyse fazla uzatmayalım, amcanın canı sağolsun falan ama bu olayı anlatmam da bir sebep var. işte o sebep de aşağılarda bir yerde olacak:

önyargı!

amca oyunda beni hezimete uğrattıktan sonra biraz yordum kafayı bu konuda. amcayı ilk gördüğümde ne düşünmüştüm? ilk konuştuğunda onun hakkındaki izlenimlerim neydi? onu oyun konsolunun başında görünce ne hinlikler düşündüm de onunla bodoslama muhbbete daldım? ve seni çılgın onu yenebileceğini de nerden çıkardın? hepsinin cevabı amcanın görünüşünden ve yaşından kaynaklı anında zihnimde oluşmuş zikkindirik önyargımda gizliydi.

önyargı!

önyargı görüntü ile ilgilidir. insanları gördüğümüzde zihnimizde onların elbiselerinden, mimiklerinden, yürüyüşlerinden ya da içinde bulundukları duruma karşı gösterdikleri reaksiyondan kaynaklı bir takım imgeler oluşur ve bunlar gördüğümüz bu insanlar hakkında peşin hükümler vermemize neden olur. bu kimi zaman çok doğru kimi zamansa yanlıştır. ancak tamamiyle yanlış ve gereksiz bir şey değildir. hatta bazen güvenlik için gereklidir. buna katılıyorum ancak dengesi de çok mantıklı kurulmalı ve gerekirse kolayca yıkılabilmelidir. takınıtı haline getirmek ve bu önyargı yüzünden insanları paralamak çok yanlıştır. zira bu kendi açınızdan da feci sonuçlar doğurabilir. tıpkı benim kamyoncu amca olayındaki ve tıpkı galileo'nun hayatına mal olan gerçekteki gibi... sözün özü tüm bu uzun ve saçma yazının sebebi önyargılarımızın kölesi olmayalım, olanları uyaralım. kib...

dipnot: bu konuda düşünmemi sağladığı için buradan o amcaya da bir teşekkür borçluyuz haliyle...

he bir de: einstein babanın şu sözünü yazıp yazmama konusunda arafta kaldım biraz ama sonra belki bilmeynler vardır deyü yazma kararı aldım. yazdım.

2 Nisan 2010 Cuma

Monolog




















"izlediğim filmlerde duygu yok" dedi kız bir şehirde.

"tat vermiyor yediğim yemek" dedi oğlan bir başka şehirde.

"okuduğum kitaplar anlamsız" dedi kız bir yerlerde.

"gündüzlerim çok karanlık" dedi oğlan aheste.

"kelimelerde bir şeyler eksik" dedi kız önce.

"cümlelerimde özne kalmadı" dedi oğlan daha önce.

"şiirler hiç konuşmuyor" dedi kız bilgece.

"var olan hiçbir şey yok" dedi oğlan gereksizce.

"yok olanlar geri gelmiş" dedi kız biraz naif, biraz ince.

"yalnızlık gibi mesela" dedi sonra, kendince.

"sen gibi mesela" dedi oğlan sessizce.

29 Mart 2010 Pazartesi

Hiç Bilinmeyenli Denklem






















olmamış bir suratın iki yanında sana bakmakla yükümlü gözler,
sürekli bağlılık yemini eden insafa gelmez bir gönül,
sevmemek için çırpınan bir kişilikle
sevmeye atan bir kalp
ve pek belirsiz sen...
bence olmadı bu denge
olmadı bu denklem

her yakınlıkta kendini daha uzak ve yalnız hisseden eller
öznesi belli sevgi ve aşkla kurulan cümleler
sürekli boşluklara kaçan gözler
ve tüm boşluklarda sen...
hiçbir yerdeyken bile
her yerde sen...
yine olmadı bu denge
olmadı bu denklem

14 Mart 2010 Pazar

Tramvay'da bir ülke...


Ana Tür : Polisiye

Alt Türler : Polisiye Dram Korku Gerilim

Yönetmenler : Olgun Arun

Senaristler : Nazli Çetinok Arun Olgun Arun Izzeddin Çalislar

Yapım : Türkiye Süresi : 1sa.23dk. IMDB Puanı: 5.3


Konusu:
 Farklı sosyal yapı ve özeliklerden oluşan bir grup tramvay yolcusu, şiddet nedeniyle sınırlara gelmiş genç bir adam tarafından alıkoyulur. Bu andan itibaren bütün olaylar kontrolden çıkar. Aile içi şiddet, sevgisizlik ve yalnızlık duygularının çok fazla kendini hissettirmeye başladığı bu yüzyılda, bu kez de Olgun Arun, kamerasını bu ruh hallerine çevirmiş.

//Oyuncular//
Firat Tanis | Itri Kosar | Gokhan Özoguz | Emel Colgecen | Halit Ergenç | Mustafa Simsek | Ayca Bingol | Tomris Incer | Irem Erkaya | Levent Erim | Ismet Erten | Serkan Keskin | Dilek Serbest | Ahmet Agaoglu | Gözde Bageçaslan | Çelik Bilge | Seren Göksel | Yunus Güner | Halil Ibrahim Kalaycioglu | Baris Küçükgüler | Basak Mese | Ebru Özpirinç | Ramiz Yalçin | Kadim Yasar |

Tramvay'da bir ülke!

Tramvay, hareket edebilmesi için raylarının dümdüz; yolunun engebesiz, çıkıntısız olması gereken bir araç ve sanırım ülkemle, o tramvayın arasındaki tek fark da bu. Zira ülkemin yolu hep engebeli hep çukurlu...

Evet bir ülke düşünün ki bir filme sığmış, bir film düşünün ki sadece bir tramvayda kalmış ve bir ülkeyi anlatmış. İşte ailenin ve toplumun baskısıyla sürekli cinnet halinde yaşayan patlamaya hazır iki gencin bu durumdan dolayı kendilerine "suçlu" aramalarını ve tesadüfen bindikleri bir tramvayın içindeki yolcuları rehin alarak onları cezanlandırmalarını konu edinen Tramvay filmi adeta bir ülkenin, Türkiye'nin özeti olmuş. Aile baskısıyla yaşayan işsiz iki genç, aynı yerde yaşayan, aynı tramvaya binen ama birbirlerine hep yabancı kalmış insanlar... O insanlar ki "tramvay"ın ilerlemesi için canlarını verebilecek kudretteler ve yanlarındakini her ne kadar yabancı olarak görseler dahi insan olduklarını unutmamaktalar... Filmde bunun en akılda kalıcı anlatımı ise başörtüsünü silah zoruyla çıkarmayan kadının, yanında kolu yaralanan birini görünce başörtüsünü çıkarıp onun koluna sarmasıydı. Müthiş bir sahne ve Türkiye'nin bu denli engebeli bir yolda hala nasıl son sürat ilerleyebildiğinin de ufak bir göstergesiydi.

Oyunculara gelecek olursak şu sıralar hakettiği şöhreti Geniş Aile adlı diziyle yakalayabilen Fırat Tanış filmi adeta tek başına götürüyor. Ben onu ilk kez bu filmde tanımıştım ve uzun zamandır da takip etmekteyim. İleride Türkiye'nin en önemli oyuncuları arasına gireceğine de eminim. Diğer oyuncular Itri Koşar, Athena'nın Gökhan'ı ve Emel Çölgeçen'i de tabi es geçmemek lazım. Zira Emel Çölgeçen'in filmdeki Hamit'i ikna sahnesi akıllara zarardı. O nasıl bir oyunculuk, o nasıl duygu aktarımıdır. Ama dediğim gibi filmin bu denli mükemmel olmasındaki en büyük pay sahibi kuşkusuz Fırat Tanış abimizdir.

Kıssadan hisse, filmi izlemeyenlere IMDB puanına sakın bakmayın derim ve en yakın download sitesi ya da film satan bir yerden edinmelerini de tavsiye ederim. Selametle...



Not: yukarıdaki filmin içerik bilgilerinin tamamı ve tasarım kodları filimadami.com'dan alınmıştır.
Tramvay 2006.

3 Mart 2010 Çarşamba

AKP'nin Sattıkları

“Gerçeği her zaman savun, anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun.“


Akp'nin, büyük umutlarla iktidara geldiği ve iktidara gelir gelmez de eşi benzeri görülmemiş bir özelleştirme furyasına start verdiği 2003 yılından, dünyanın en pahalı benzinini, en pahalı etini, en pahalı internetini kullanarak hayat standartlarımızın adeta tavan yaptığı, kaliteli yaşamın zevkini sürdüğümüz, yargısıyla, yürütmesiyle, askeriyle, vatandaşıyla barışık, huzurlu ve mutlu bir birlik, beraberliğin yaşandığı, milletin refah düzeyinin giderek yükseldiği, önceden en yakın akrabalarımızla(baba,dayı..)bile siyaset konuşamayacak derecede kamplaşmışken artık toplumsal anlamda herhangi bir kamplaşmanın yaşanmadığı, özgürleşme ve demokratikleşme rüzgarlarının estiği, işsiz sayısının her geçen gün azaldığı, dış borç diye bir şeyin kalmadığı şu günlere gelince akp'nin ne büyük işler yaptığını gerçekten çok iyi anlıyoruz. İyi ki bu özelleştirmeleri yapmışsın, iyi ki varsın akp diyoruz... Tabii akp'nin bu başarıyı yakalayabilmesi için gerekli tüm desteği veren muhalefet partilerini(chp,mhp,bdp vs..) de unutmayalım. Kanımca kendileri ülkemizin bu düzeye gelmesinde akp'den daha fazla pay sahibidir(!)

işte akp'nin başarı tablosu

2003 – akp lideri tayyip erdoğan'ın adli sicilini temizleyen yasa kabul edildi.
2003 – seka balıkesir işletmesi satıldı.
2003 – taksan takım tezgahlarısanayi satıldı.
2003 – tzdk sakarya traktör işletmesi satıldı.
2003 – petkim standart kimya şirketi satıldı.
2003 – tekel çankırı kaya tuzlası satıldı.
2003 – seka aksu işletmesi satıldı.
2003 – sümerbank nazilli basma fabrikasısatıldı.
2003 – ormanların satışını öngeren yasa kabul edildi.
2003 – kuşadası limanı satıldı.
2003 – seka kastamonu işletmesi satıldı.
2003 – gerkonsan gerede çelik konstrüksiyon ve teçhizat fabrikaları satıldı.
2003 – trabzon, dikili limanı satıldı.
2003 – seka taşucu tersane alanı satıldı.
2003 – seka çaycuma işletmesi satıldı.
2003 – tcdd izmir limanı satıldı.
2004 – seka karacasu işletmesi satıldı
2004 – ebk manisa et ve tavuk kombinası satıldı.
2004 – eti bakır işletmeleri satıldı.
2004 – tekel sekili tuzlasısatıldı.
2004 – bursa gaz satıldı.
2004 – eti elektrometalurji satıldı.
2004 – sümer holding bakırköy işletmesi satıldı.
2004 – kütahya şeker fabrikası satıldı.
2004 – thy'deki kamu hisselerinin %23'ü satıldı.
2004 – eti gümüş satıldı.
2004 – seka ardanuç işletmesi satıldı.
2004 – sümerbank diyarbakır işletmesi satıldı.
2004 – çayeli bakır işletmeleri satıldı.
2004 – tügsaş’a ait gemlik gübre sanayi satıldı.
2004 – tekel alkollü içkiler sanayi satıldı. (iki yılı ödemesiz 292 milyon dolara alan şirket 2 yıl sonra 920 milyon dolara amerikalılara sattı. devlet yaklaşık 600 milyon dolar zarar ettirildi.)
2004 – tekel içki bölümünün satışının ardından 9 fabrika kapatıldı.
2004 – esgaz satıldı.
2004 – etikrom satıldı.
2004 – tümosan türk motor sanayi satıldı.
2004 – igsaş(istanbul gübre sanayi) satıldı.
2005 – sümerbank manisa pamuklu mensucat satıldı.
2005 – seka'ya ait üretim yapan 120 tesisin yıkımı tamamlandı.
2005 – şeker kurumu ve idari birimleri bakanlar kurulu kararıyla kaldırıldı.
2005 – sümerbank beykoz deri ve kundura satıldı.
2005 – seka izmit işletmeleri satıldı.
2005 – eti seydişehir alüminyum satıldı.
2005 – tügsaş’a ait tekirdağ depoları satıldı.
2005 – türk telekom (iki yıllık karına) yabancılara satıldı.
2005 – adapazarı şeker fabrikası satıldı.
2006 – tüpraş satıldı.
2006 – thy'daki kamu hisselerinin %28’i daha satıldı.
2006 – erdemir satıldı.
2006 – büyük ankara oteli satıldı.
2006 – tekel kaldırım, yavşan ve kayacık tuzlaları satıldı.
2007 – tcdd derince limanı satıldı.
2007 – deveci maden sahası işletme hakkı satıldı.
2007 – araç muayene istasyonu i ve ii. bölgeleri satıldı.
2007 – tcdd mersin limanı satıldı.
2008 – petkim satıldı.
2008 – tcdd bandırma ve samsun limanları satıldı.
2008 – ankara doğalgaz üretim'e ait 9 santral satıldı.
2008 – tekel sigara sanayi işletmeleri satıldı.
2008 – tekel'in adana, malatya, tokat, bitlis ve samsun sigara fabrikaları geniş arsalarıyla birlikte yabancılara satıldı.
2008 – tekel'in sigara bölümünün satışının ardından istanbul, adana, bitlis, malatya ve tokat sigara fabrikaları kapatıldı.
2008 – türkiye genelinde 60 yaprak tütün işleme tesisi kapatıldı.
2009 – başkent elektrik dağıtım satıldı.
2009 – meram elektrik dağıtım satıldı.
2009 – kastamonu, kırşehir, turhal, yozgat, çorum ve çarşamba şeker fabrikaları satıldı. (bu fabrikalarda sadece iki yıllık karına yabancılara satılmıştır.)
2009 – iller bankası’nın tasfiyesi için yasa hazırlandı.
2009 – güneydoğu sınırındaki arazilerin yabancılara satılması için yasa çıkartılmış olup, bu toprakların yabancılara devri için hazırlıklar devam etmektedir.

SONUÇ
yıl 2009:

toplam borç: 450 milyar tl
dış borç: 269 milyar dolar
(sadece 7 yılda(2003-2009) tüm cumhuriyet tarihindeki hükümetlerin toplam borçlarından daha fazla borç yaparak rekor kurmuştur)

cari açık: 52 milyar tl
(evet, bu da cumhuriyet tarihinin rekorudur)

işsizlik oranı: 7(2003-2009) yılda %4 arttı.
(yani yaklaşık 1 milyon kişi daha işsizler ordusuna katıldı.)

açlık ve yoksulluk sınırı: 623 bin kişi açlık, 14.7 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Evet, durum bu. Akp, devletin sırtında adeta kambur olan ve her yıl zarar eden bu kamu kuruluşlarını satarak köylüye ve çiftçiye kredi verip tarım ve hayvancılığı destekledi. böylece et, süt ve tarım ürünlerini daha ucuza alabildik... Yine bu yüklerden kurtulan devlet muazzam bir gelir elde etti ve asgari ücreti (söylediği gibi)750 liraya çekip kişi başına düşen milli gelirin de artmasını sağladı ve gelir dağılımdaki adaletsizliği yok etti... Tüm bu özelleştirmeler sayesinde özellikle son üç yılda enflasyon diye bir şey kalmadı... İç ve dış borç mu o da ne? Cari açık bilmezük biz, mevcut değil... Her ile metro falan yapılamasa da ee metrobüs yapıldı, evet evet metrobüs yapıldı. 2 lira veren herkes kullanabilir. Ayrıca birçok demiryolu ve liman yapıldı. Yani ulaşım sorunu kesinlikle çözüldü... Gap projesi bitti zaten. Doğuda açlık sınırının altında yaşayan kimsecikler kalmadı...


İşte bu tablo nedeniyle Akp'sinden Chp'sine oradan da Mhp'sine falan filan çok teşekkür ediyoruz. Saygılar lar lar, sevgiler ler ler...(!)



DİKKAT: BU YAZI FENA HALDE İRONİ İÇERİR.


Kaynak: bu yazıda geçen istatistiki bilgilerin tamamı TÜİK'ten alınmıştır...

7 Şubat 2010 Pazar

Ayıp sana Okan Bayülgen! Ayıp sana Disco Kralı!



Yaşadığı şehirdeki üniversitede okuyan birçok şanssız öğrenciden biriyim. gelir düzeyi olarak orta halli insanların oturduğu, büyükşehrin varoş ama sıcak bir semtinde ikamet eden, yaşlı komşulara göre mahallenin gururu, zeki, akıllı, temiz çocuk ama yaşıtlarına göreyse nefret edilmesi gereken üniversiteli ibinenin ta kendisi, bir nevi ruşen amcanın oğlu sedat'ım. Sobalı evde büyüyen doğalgaza ise henüz geçen, yaşadığı yere uygun olarak orta halli ve muhafazakar bir ailenin, cumhuriyetçi modern çocuğu olmaya kasan, faşist eniştesine göre gomünüst, hacı babasına göre insanlığı yaptıklarıyla kıyamete götüren şimdiki gençliğin başkahramanı ve bir beynamazım.

Evet, tanışma faslı bittiğine göre hafiften konuya dalalım: her orta halli ailede olduğu gibi bizim de evimizde tek televizyon var ve her tek televizyonlu evde olduğu gibi bizim ailede de istediğin programı seyredebilmek için yaşanması kuvvetle muhtemel iç çatışmadan galip çıkman gerekiyor ama neyse ki ben pek televizyon seyreden biri değilim ve diğer aile bireyleri ile yaptığım anlaşmaya göre sadece okan bayülgen'in programlarında tv benim olacak ve başka günlerdeyse pederiko ile annem; yek türkiye, kalp közü, tırtlar vadisi, yiyememekteyiz tadındaki bilimum programı zaplayarak iş stresi ve yorgunluğuyla dolan zihinlerini iyice durulayıp sabah geri alacak şekilde rafa kaldıracaklardı. Evet, anlaşma buydu ve sıra bendeydi...


Bir cumartesi gecesini daha evde geçirmenin hüznü yüzümde çizgik çizgik belirmeye başlarken, bu hüznün tek tesellisi olan okan bayülgen'i tv başında beklemeye koyuldum. Tabii yanımdaki çekyatta

şekerleme yapan pederiko, diğer koltukta oturan aney gülo ve üst kattaki teyzetörle birlikte.


Elde ince belli, yanda eğlencelikle program başlar...

Program başlar başlamaz, okan bayülgen tüm haşarılığıyla "azgın gençler, gidin sevişin" gibi bir şey söyler. Muhafazakar pederikonun ilk tövbesi ve bembeyaz yüzümün pembemsi bir hal alması da tabii o ana denk gelir.

Konuklar çağrılır... her zamanki gibi seksi birkaç hatun, yeni albümü çıkmış birkaç şarkıcı ve birkaç da çokbilmişle programın konuk kadrosu tamamlanmıştır. Bu an da, annemin ve teyzemin seksi hatunlara bakıp "ayy şu baldırı çıplağa bak" ve babamın "kumaş yetmemiş napsın gariban" esprisine denk gelir. Herşey sakin...

Seksi hatun okan'a iş atar ve okan kendinden bekleneni yapıp eline kamerayı alır ve biz azgın gençlere iki figür gösterip hatuna zoomlar. Bu da benim okan bayülgen'e "yapma be abi" yakarışlarıma ve pederikonun tövbe sayısının artmasıyla yüzümün renginin yavaş yavaş pembeden kırmızıya geçtiği anlara denk gelir.

Yine beklenildiği üzere okan bayülgen seksilerle alay eder ve içinden seks ve sevişme gibi kelimeler geçen cümleler kurup, tutucu ahalimin yasak kelimelerinden birkaçını daha üstüne basa basa vurgular ve bu kelimeleri her söyleyişinde yüzüme bir yumruk yemişim gibi hissettirir. Bu yumruklardan mı yoksa babamın en son ve en randımanlı tövbesinden mi bilinmez yüzüm kıvama gelmiş ve artık kıpkırmızı olmuştur. Ve bu da programdaki hatunların çılgınca dans ettiği ve babamın sinirden cümlesini bitiremeyip "kapat şu kanıbılıblı" gibi bir şey söylediği ana tekabül eder.


Evde iç çatışma ve isyan başlar...

Babam sinirli bir şekilde kumandaya uzanırken gençliğimin verdiği refleks kabiliyetiyle kumandayı ondan önce alır ve nerden aklıma geldiyse "ya niye be siz gençliğinizde hiç mi nesrin topkapı izlemediniz? Hiç mi taverna falan yapmadınız?" gibi sitemkarane bir şey söylerim. Pederiko bir an da yumuşar ki bilirim eski alemcilerdendir. "sen nesrin topkapı'yı nerden biliyorsun len" der pis pis sırıtarak ve onunla ilgili bir anısını, gençliğindeki taksim gecelerini ve kırdığı cevizleri anlatır. Bu Annem ve teyzemin babam anlattıkça onun şimdiki haliyle dalga geçtiği, benim de sürekli soru sorarak babamın etrafı geçmişle çevrili gizli bahçesine girebildiğim ender anlardan biridir ve ortam yumuşar, program unutulur, geçmiş konuşulur ve alay edilir...

Evet, bu böyle bir anımdı. iş geldi tüm bunları neden yazdığım konusuna...

Açıkçası bilmiyorum, yukarıdaki yazıyı gelişine ve amaçsızca yazdım. başta aklımda sadece bir şey vardı, o da okan bayülgen'in bu yıl sonunda televizyon aleminden elini eteğini çekip avustralya gibi bir yere göçeceği ve hayatını orada sürdüreceği nedeniyle ona olan kızgınlığımdı. Ancak şu kötü huyum nüksetti ve yazmaya başladığım andan itibaren tutunduğum düşünce balonları beni na buraya kadar sürükledi. Sözün özü şunu söylemek istiyordum başından beri; belki çok kötü ama bana bu kadar uzun bir yazıyı yazdıran, evde geçirdiğim her cumartesinin tek tesellisi olan, bana böyle bir anı yaşatan televizyon çocuğu "bırakacağım" diyor ve ben de ona buradan "ayıp sana" diyorum. ayıp bizi cumartesi gecesi yalnız bıraktığın... birşeyler için hala umut olduğunu gösteren ve tv izlememiz için tek sebep olan bir programı bitirdiğin... bilgi küpü, türkçe antivirüsü hakkı abimizi azgın gençlerden uzaklaştırdığın... ayıp medya maymunlarını, medyadaki yozlaşmayı bize anlatabilecek birinden bizi mahrum bıraktığın için... çok ayıp be zaga... çok ayıp...






Dipnot: Bu yazıdaki kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Yazarın düşünceleri ile gerçekleri yansıtmamakta ve neden yazıldığı bilinmemektedir.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Harry Kewell giderse çocuğumuzu keseriz!!



Harry Kewell giderse çocuğumu keserim kampanyasına ben de katılıyorum!

Hatta Türkçe'nin de yeterli olmadığını düşünüyor ve Galatasaray yönetimine(niyeyse) ingilizce sesleniyorum ve:

"İf Harry goes, we gonna sacrifice our children! huh! do u understand me? huh!"
diyorum :)

Ayrıca

Harry, Harry Kewell!!! Stay with us! Harry Kewell!

17 Ocak 2010 Pazar

EĞER BİR BÖLGEYİ YOK ETMEK İSTERSENİZ BUNU NASIL YAPARSINIZ?



"Bunun iki yolu var: oraya gidip bombalama falan yaparsınız, tabi bu çok da etkili bir yöntem değildir. YAPMANIZ GEREKEN ŞEY, ORADA YAŞAYAN İNSANLARA BİRBİRLERİNİ ÖLDÜRTMEKTİR ve bu şekilde onların yaşadıkları bölgeyi, tarlalarını yok edersiniz. İşte o bölgede de yapılan bu. Bir düşmanı yok etmenin yolu, onun kendi kendini yok etmesini sağlamaktır, bunu da askerlerini ikiye bölerek yaparsınız. Sonra iki tarafı da beslersiniz, çift taraflı çalışan ajanlarınız her iki tarafı da kışkırtır. Ve birbirlerini öldürürler. Artık bazılarımızın bu gerçeğe uyanmasının vakti geldi. Anlamanız gereken şey, imparatorluklar kurmak isteyen bazı insanlar, fethetmeye çalıştıkları insanları yönlendirerek hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar."

Yukarıdaki yazı Lyndon Larouche adlı Amerikalı siyasetçinin Irak'ın ABD tarafından işgal edilmesi ile ilgili analizidir. Şu sıralar yaşadığımız olaylar ise bu kanlı stratejinin ya da böl-parçala-yönet politikasının Türkiye'de uygulanmak istendiği intibasını uyandırmaktadır. Bu nedenle yaşanan olaylara lütfen sükunet içerisinde ve mantık çerçevesinde yaklaşalım. Unutmayalım ki; hangi ırktan, hangi etnik kökenden gelirsek gelelim, bu memleketten başka yaşayacak yerimiz yok. Unutmayalım ki; bizi ve bu memleketi ayakta tutan şey yaşanmışlıklarımız ve bu doğrultudaki yazgı birliğimizdir; geçmişteki zaferlerimiz, yenilgilerimiz, hatalarımız ve başarılarımızdır. Unutmayalım ki; insan olmak, diğer insanları anlamayı ve karşılıklı saygıyı gerektirir. Unutmayalım ki; hayat insanın en kutsal değeri ve en önemli hakkıdır, bu hakkı gaspetmek en büyük günahtır. Unutmayalım ki; toplum bireylerden oluşur ve her birey yaptığı hareketten ve bu hareketin yarattığı etkiden(ölümler vs..) sorumludur ve yine, yeniden unutmayalım ki; hiçbir şey bir insan hayatınden daha değerli değildir.

13 Aralık 2009 Pazar

wtf ??

i guess we are at the beginning of a process that will result to fuck you!