i guess we are at the beginning of a process that will result to fuck you!
13 Aralık 2009 Pazar
11 Kasım 2009 Çarşamba
sevgilim ben şimdi
sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz.
çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
o gülün yüzü gülmüyor sensiz
o köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
hepten hüzünlü bu günlerde
gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
masada tabaklar neşesiz
koridor ıssız
banyoda havlular yalnız
mutfak dersen - derbeder ve pis
çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
vantilatör soluksuz
halılar tozlu
giysilerim gardropda ve şurda burda
memo'nun oyuncak sepeti uykularda
mavi gece lambası hevessiz
kapı diyor ki açın beni kapayın
perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
radyo desen sessiz
tabure sandalyalardan çekiniyor
küçük oda karanlık ve ıssız
her şey seni bekliyor her şey gelmeni
içeri girmeni
senin elinin değmesini
gözünün dokunmasını
ve her şey tekrarlıyor
seni nice sevdiğimi
10 Kasım 2009 Salı
Saçmalamalar 1
aslında bir ihtimal daha vardı ama biz gidince, o da durmamıştı.
-neden gitmiştik?
-çünkü ..
-sana değil yükleme soruyorum!
neden gitmiştik be yüklem? biz öznelerin nedenleri hep sendedir, kaderimizi hep sen belirlersin, biliyoruz sana çok şey yüklüyoruz ama neden? neden gitmiştik arkamıza bakmadan? "arkamıza bakmaya cesaretimiz olmadığından, zarf tümleci" dedi yüklem. Yüklem'in hazırcevaplığına hayran kalarak, tamam, dedim. Tümleç'e bir şey söyleyemedim, emir kuluydu. kızamadım. Yüklem'e de kızamazdım, söylediği doğruydu. Yüklem'i daha fazla rahatsız etmeden kahvemi içtim. Sütlüydü. "Çok mu anlam yüklüyorum bazı kelimelere?" diye sitem ettim kendime. Haklıydım. Bazen çok düşünüyordum, kelimelerle oynamak da hoşuma gidiyordu. Ama ben "eylem adamı" değildim. Eylemleri sevmezdim, pek eyleme katılmazdım. Bazı eylemlerim vardı ama iş, oluş belirtmezlerdi, çekinirlerdi. Anlamsızlardı. Kelimelerim diyorum, anlamsızlardı. İşte favori kelimem de buydu "anlamsız". Her anlamlı kelime de bir anlamsızlık arardım. Misal, aşk; yalın haliyle tek heceli ama çok şey ifade eden bir kelime. Birinci tekil şahsa göre aşkım, ikincisi için senin aşkın falan... Neyse şimdi çekemem onu, zaten hiç çekemiştim ama en çok kullandığım çekimi üçünçü çoğul şahıslarla ilgili olanı, onların aşkları. Aslında bakmayın böyle dediğime onların aşkını da hiç çekemem ben, imrenirim, kıskanırım. İlk zamanlar senin aşkını çekimlemiştik hatılıyor musun? Sonra ben benimkini çekimledim. Ne yalan söyleyim ilk zamanları çekinirdim aşkımı çekimlemeye, sana "aşkım" demeye. Sen çekimleyince ben de rahatlayıverdim, çekimledim gitti. Çekimledik. Yani birer ayrı tekilken birinci çoğul olmaya karar verdik. Bu bizim ilk çoğulluğumuzdu. "Aşkımız" olmuştuk. Güzeldi. Güzeldik. Sonra son kez birinci çoğulluğumuzu yaşadık. Ayrıldı(k). Kötüydü. Kötüydüm. Sonra senin aşkların olmaya devam etmiş, ben onların aşklarıyla yetindim. Daha kötüydü. Sonra , sonra , sonra, sonrası düşünce balonları... He bu arada sen bir şey diyordun? "Çünkü.." diyordun, sözünü kestim kusuruma bakma. Beni biliyosun bir konuşmaya başladım mı, biteremem cümleleri. Zaten neyi bitirdim ki.
-çünkü...
(sessizlik)
-ee çünkü...
(sessizlik)
... arkası yarın...
7 Kasım 2009 Cumartesi
Sen beyaz bir kadınsın...
asıl büyük sarhoş benim
uzaktaki
ben ki tek damla şarap içmedim
ekmeğin beyaz zeytinin siyah
olduğunu biliyorum
asıl büyük sarhoş benim
uzaktaki
benim kusturucu sarhoşluğum
yoksulluğum
yüzüme bakmasan da
yağmura düşürsen de gözlerini
gözlerime bakmasan da ne kadar
o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor
uykularımda nefesinin sıcaklığı
o kadar
hangi akşam kapımı çalan sen değilsin
sen değil misin gizli bir kıvılcım gibi
gözbebeklerimde duran
umutsuzlandığım her akşam
senin rüzgârın almıyor mu
uğultulu yorgunluğumu
yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman
ellerimden sımsıkı tutmuyor mu senin
iyimserliğin
ben bu tezgâhı kurdumsa senin için kurdum
senin için dokuduğum basma ve pazen
denizin yeşilinden süzdüğüm balık
göğün mavisinden çaldığım kuş
senin için
felsefe okudumsa
iktisat okudumsa gece yarıları
boğazım kurumuş içim bir kalabalık
sıcacık mısralar okudumsa yunus' dan
senin için okudum
geceyarıları
sen beyaz bir kadınsın
uzaktaki
gözlerin aklimdan çikmiyor
sen beyaz bir kadınsın
karanlıkları dinleyen
uzaktaki
sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda
yorgun başını
üşümüş yastığına koyuyor musun
uyuyor musun ?
ATTİLA İLHAN
5 Kasım 2009 Perşembe
Tehlikeli Oyunlar (alıntılar)
---"kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım. bir filimde görmüştüm doktor : senin gibi gene bir doktor olan ve sözüm meclisten dışarı, delice planlar kuran frankeştayn adlı biri, büyük bir bilimadamını öldürerek, beynini çalıyordu. ona karşı koymak istiyen iyi niyetli bir genç adam da frankeştayn'la mücadele ederken, içinde beynin bulunduğu kavanoz kırılıyor ve cam kırıkları bu üstün beyne batıyordu. biliyorsun filmlerde böyle iyi niyetli genç adamlar olmasa her şeyin sonu çok kötü biter; üstelik bu işin sonu, iyi niyetli adam rağmen çok kötü bitti: cam kırıkları hiçbir zaman beynin üzerinden tam manasıyla temizlenemedi; çünkü beynin zarını zedelemesinden korkuldu. bence bu tehlike göze alınmalıydı; fakat o zaman bu, başka bir hikaye olurdu ve biliyorsun ki doktor, ben bütün hikayelerin başka türlü olmasını isterdim aslında. işte doktor, yukarda sözü geçen beyindir kafamın içindeki. "---
4 Kasım 2009 Çarşamba
İçimdeki Deniz - 2004
Ana Tür : Biyografi Alt Türler : Biyografi Dram
Yönetmenler : Alejandro Amenábar
Senaristler : Alejandro Amenábar Mateo Gil
Yapım : İspanya Fransa İtalya Süresi : 2sa.5dk. imdb puan: 8.1
Konusu:
Ramon Sampedro'nun yaşamı, 30 yıldır bir yatakta geçmektedir. Gençliğinde geçirdiği bir kazadan sonra hayatla tek ilişkisi deniz manzaralı penceresidir. Hayatına iki kadın girer: avukat Julia ve köylü kızı Rosa. Bu iki kadından biri, boynundan aşağısı felçli adama hayatın anlamını tattırır ve onun kurtuluşunu sağlar. Alejandro Amenabar'ın bu çalışması Venedik'te ikinciliği, başrol oyuncusu Javier Bardem'e de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı.
//Oyuncular//
3 Kasım 2009 Salı
Sütlü Kahve
öğle vaktidir,camı görüş açısına göre koltuk ayarlanır, “o an” için gereken sütlü kahve hazırlanır, fiskosun üzerine konulur ve günün seansı başlar..
her şey hazırdır artık,amcanın yüz ifadesi, gözleri belli etmektedir; bir film şerididir hayat ve geçip gitmektedir hızlıca camın önünden…
20'li yaşlardadır;saçları, ortadan ikiye ayrılmış ve kalın ensesini kapatacak kadar uzun, kolları kartal kanadı gibi genişce açık, ağır ama gençliğinin verdiği özgüvenin ve servi boyunun gerektirdiği sağlam adımlarla caddeye doğru çıkmaktadır. racona uyup ara sıra yanından esegelen utangaç kızlara kesik atarak emek sinemasının önünden geçip istiklal'de bekleyen hiç bitmeyecek zannettiği dostlukların tadını çıkarmaya gidiyordur ve sütlü kahve.
ayşe teyzenin camında sarışın bir kız; başındaki örtüden kaçarcasına çıkmış saçının bir bölümüyle oynuyor, ela ela parlayan gözleriyle eşrafı süzüyor, nur gibi yüzü insanın gözlerini alıyor, üff arada bir de gülücük atıyor sanki birinin tutmasını ister gibi; tutuyor amca hem o gülücükleri hem de yüzük takılı sağ eliyle sol elini... biricik karısı ve sütlü kahve.
bir cuma günü, namazdan hemen sonra... dükkanına geri dönüyor, yapılacak çok iş var ama fırlamanın getirdiği haber hepsini unutturuyor, başlıyor koşmaya...
oturduğu gecekondunun önüne varıyor nihayet! kan ter içindeki halini gören arkadaşları soruyor:
-ne oldu ahmet?
(ses yok)
heyecandan konuşamıyor,dili tutulmuş sanki... evine varıyor ve az önce dili tutulan ahmet kükrüyor:
-karım nerde?
hayatında duyduğu en güzel ses ona cevap veriyor ama ağlayarak...ardından ebe sesleniyor:
-müjde bir oğlun oldu!
...sütlü kahve.
yaş kemale eriyor, emeklilik yılları; ayşe teyzeyle elele havada uçuşan kepleri ve elinde mezuniyet belgesi ile oğlunu izliyor, bir eliyle hayat bağının sevinç gözyaşlarını siliyor, bir eliyle sahnedeki oğluna el sallıyor. sütlü kahve.
gözlerini kısıyor amca, ağlamaklı oluyor, artık bardağın değil gözlerinin dolu kısmı onu ilgilendiriyor, buhranlı günler... ısıtmak için iki elinin arasına sıkıştırdığı o soğuk el, son ses, son nefesini vermeden, son bir gülücük atıyor amcaya ve böyle veda ediyor hayata. karısının ölümü aklına geliyor. kahvenin yerini bir kaç damla gözyaşı alıyor.
sonra karşı binanın camından kendisine bakan al yanaklı veledi görüyor amca, solmuş yüzünün camdaki yansıması ile karşı karşıya geliyor, irkiliyor ve günün seansıyla birlikte sütlü kahvede bitiyor...
KKTG* gelişine yazılar 1 (bence en iyisi komünizm)
bugün camiden sonra uğradığım kahvede, lise mezunu ve siyasete kafa yormayı pek de sevmeyen bir arkadaşımın batak oynarken göbeğini kaşıya kaşıya sarfettiği cümle. devamını da getirdi. hatta onunla ilk siyasi içerikli sohbetimiz oldu bu:
....
-bence komünizm en iyisi birader! ama uygulanması zor işte. bak koca rusya ne yapabildi? apışıp kaldı en sonunda!
+haklısın ama o kadar da koca olmayan bir küba örneği var. şimdi bir de venezuella şaha kalktı. chavez yavaş yavaş öğretiyor halkına sosyalizmi.
-olum ben çavez mavez bilmem. zaten onlar kıç kadar devlet kimse iplemez onları. rahat bırakmıştır abd falan, yapmışlardır bişeyler. ayrıca venezula, küba neymiş olum? ben sana rusya'dan bahsediyorum. çe miydi? neydi o?
+ çe guevara.
- heh o da yırtındı zavallı. ne yaptıysa kendine yaptı. öldü gitti!
+ efsane oldu adam. hem küba'daki devrim de büyük pay sahibidir. ayrıca diğer halkl...
- ya bırak hacı! efsaneliği anca benim kırmızı tişortta kaldı. şekil olarak anlayacağın. yoksa... yani.. tüh! battık a.q senin yüzüne!
+ ney?
- ne ney'i olum battım a.q! altı aldım ya! neyse dağıt hacı(yanındakine)
+hee madem öyle ben kaçıyom hacı.
- nereye kanka? bir çay daha içseydin...(vesaire vesaire)
...
evet, bu size kısa gibi gelen uzun sohbet, yukarıda da belirttiğim üzere onca yıllık arkadaşımla yaptığım ilk siyasi tartışmaydı. kendisi pek düşünmese de beni hayli düşündürdü dostum. yine içi düşünce dolu balonlar ardı ardına patladı kafamda. "lan niye daha önce konuşmamıştık bu konuları? kaç yıllık arkadaşız halbuki." diye düşündüm önce. " niye konuşamadık?daha da ilginci hala niye konuşamıyorduk? üniversitede çatır çatır fikirlerini savunan ben, tanımadığı adamlara ağzının payını veren ben; yani bu tip tartışmalarda büzülen kan, damarlarımdan çıkıp fışkıracakmış gibi olan, salgıladığı adrenalinin haddi hesabı olmayan şu bünye niye susup kalmıştı o kahvede? niye konuşamadım?" diye acımasızca iğneledim hem kendimi hem düşünceleri ve sonra cevabı buldum zannettim ve devrik cümleler bir film makarasının içi hiçbir şeyle dolu amorsu gibi aktı gitti beynimden. dedim ki; "olum takma kafana, çünkü bu saatten sonra ne senin anlatacak bir şeyin var ona, ne de onun anlayacak mecali... zira batak oynuyor eleman, öyle mutlu... sıkma canını arkadaşının." ama yalandı tabi bunlar. aslında kendi canımı sıkmak istememiştim. çünkü kendi inanmadığım birşeye inanıyormuş gibi yapmak çok sentetik gelmişti bana. zira türk ve müslümandım. ne felsefi materyalizm hedesi bana göreydi, ne de barış içinde birarada yaşamanın imkanı vardı şu saatlerde. hayli çelişkiliydim zaten mübarek kadir gecesi. zira bence en iyisi annemin yaptığı son bir kase kalan sütlacı babamdan önce yiyebilmek için eve doğru hızlı yürümekti, o dakikalar...
* Kafası Karışık Türk Gençliği
1 Kasım 2009 Pazar
the air i breathe
hep merak etmişimdir, bir kelebek o güvenli kozasını terk ettiğinde ne kadar güzelleştiğinin farkında mıdır? yoksa kendini hala bir tırtıl gibi mi görür?
insanlık for dummies
şimdi köprülerde yürümek yasak, kaldırımlar bile arnavut, yüzler hüzünleri yansıtamayacak kadar felçli olmuş...
değer vermekse yalnızca matematikte işe yarıyor...
bir tuhafsın sen!
hayat maratonunda koşarken yorulduğunu ne kadar çok unutursan o kadar uzun yaşarsın.
acını saklamalısın, acın senin en büyük sırrındır.
alkol ve sigaranın verdiği haz,
köprüde yürürken esen rüzgarla atkının salınması ve yüzündeki gereksiz hüzün,
bunların sana bir artısı yok! rol yapma! klip çekmiyoruz!
kelimeler...
başta kelimeler vardı
sonra manayla tanıştık
başta sadece
birleşmesi çok zor iki kelimeydik
sonra aşka bulaştık